11 Aralık 2016 Pazar

Pamuk Olmak

Bazen insan sevmekten çok sevilmeye ihtiyaç duyuyor. Bazen yoruluyorsun sevmekten, karşılıksız sevmekten. Sevilmeyi beklediğin için değil, karşılık beklediğin için değil sevilmeye sevilmeye yalnız hissettiği için sevilmek ister. Sevilmeyi isteyen bir insan, bir bakışa aşık olur zaten. Öyle bir sevgiyle bakar ki gözleri ışıl ışıl olur öyle bakar ve aşık olursun.. Kimse bakmamıştır daha önce öyle, kimse seni bu kadar düşünmemiştir daha önce. Alışık değilsindir, ne tepki verceğini bilemezsin, hiç öğrenmemişdir, seni seviyorum demese bile hani hissettirir ya hatta seni seviyorum kelimesinden daha etkili olur, öyle davranır sana. Değerli hissedersin kendini en önemlisi de yalnız hissetmezsin. Her şeyi yapacak bir güç olur içinde. Yapamasan bile arkanda biri olacağını düşünür o yolda çıkan engeller yormaz hani seni. Melankoli hissedersin. Belki dışardan mutlu değilmiş gibi hissedersin ama öyle bir huzur verir ki tüm mutluluklar sende toplanmış hissedersin dingin olursun. Sevmek insanı nasıl olgunlaştırıyorsa sevilmek onun kat kadar fazlası olgunlaştırıyor. Sevmek zor iş ama sevilmek çok daha zor iş. Sevilirken sevmekmiş en güzeli. Sevilmek sadece sevmeye göre daha korkutucu eğer daha öncede sevmişsen. Çünkü seven insanın ne kadar kırılgan olduğunu ne kadar hassas olduğunu bilirsin. Ve kırmaktan korkarsın. Yaşadıklarını yaşatmaktan korkarsın. Kelimelerinin birer kılıca dönüşmesinden korkarsın. O yüzden daha önceden sevmiş bir insan sevildiğini hissettiği zaman çok daha hassas olur. Daha önceden sevilmiş birinin de sevmesi çok hassas olur. Nasıl sevildiğini bilir ve sevilen insanın hassaslığına sahip bir yüreği vardır. Hani derler ya ilkleri beraber yaşayalım diye. İlk olmak mı son olmak mı deseler son olmak derim. Hassas bir yüreği sevmenin ve hassas bir yürek tarafından sevilmek o kadar özel bir şey ki. Sanki hiç üzmezmişsin ve üzülmezmişsin gibi hissediyorsun. Sevmiş ve sevilmiş bir insan affetmenin de özür dilemenin de kıymetini bildiği için böyle hissedersin. Yaşanmışlıkların olduğu için o kadar fazla konuşacak konunuz olur ki uyku bir yük gelmeye başlar. Uyumak istediğiniz için değil ertesi gün daha fazla konuşabilmek için uyursunuz. Sevmiş ve sevilmiş bir insan kalbiyle mantığını birleştirip sever ve sevilir artık. Bu yüzden çok özeldir. İnsan anlaşılabildiği kadar yalnız değildir çünkü. Ve pamuk yürekli bir insan aynı zamanda çok güzel bir beyne sahip olunca hiçbir çaba göstermeden anlar karşısındakini. Sen çok farklısın der sadece sevmeyi bilen biri. Ama sevmenin yanında sevilmeyi de bilen bir kişi çoğunun aksine olması gereken gibisin der. Çünkü artık normalimizi kaybettik. Bu işler nasıl olması gerekiyor onu unuttuk. Seven ve sevilen biri de nasıl olması gerektiğini artık bilen biridir. Bu yüzden çok özeldir onun sevgisi. Bu gece sevenlere değil sevmiş ve sevilmişlere çekelim dumanımızı. Damarlarımıza onların nikotinini çekelim ki biz de onlar gibi olup olması gereken gibi yaşayalım.

16 Ağustos 2016 Salı

Ayran İçmeye Korkuyorum..

Kendimi çok yalnız hissediyorum. Düşünmekten kaçarak mutlu olmaya çalışıyorum ama kaçamıyorum, bi yerden sonra yoruluyorum, yakalıyor beni. Ben sadece sevmiştim ya. Ne yaptıysam sevdiğim için yaptım. İnsanlar sevdiği zaman sadece doğru şeyleri mi yaparlar? Sevmeyi mi haketmiyorum yoksa sevilmeyi mi anlamıyorum. Ailem, akrabalar hepsi bi yerde, başka yerde. Sevilmek istiyorum ben ya. Söylemesine bile gerek yok aslında biliyor musun? Başımı okşasa bile olur. Bari sen burda olsaydın. Sen burda olmayınca saçma sapan kişilere derdimi anlatıyorum beni sevsinler diye. Sanki arkadaşlarım bile sevmiyormuş gibi hissediyorum. Kuru bir kalabalık var sanki etrafımda. Çok seviyorum seni. Okulumuz bitince aynı ülkede, aynı şehirde, aynı semtte, aynı mahallede olalım. Hani bazen arıyorsun ya sadece özledim diyip, kimse aramıyor lan beni öyle senden başka. Takılacak biri olsun diye veya güzel dert dinliyorum diye dert anlatmak için arıyorlar. Sen sadece özlediği için arayan tek kişisin. Babam bile işi düşmediği zaman aramıyor biliyor musun? Annem de orda sıkıldığı için arıyordu. Şimdi teyzemler de yanlarına gitti. Hergün beni arayan kadın arada bir arar oldu. Ben seni çok seviyorum biliyorsun dimi? Ve salağım onu da biliyorsun. Kötü birşey yaparsam sana beni döv, bana söv ama gitme yanımdan tamam mı? Yeterince gördüm insanların sırtını. Senin de sırtını ezberlemek istemiyorum. Bana bir yastık alsana doğum günümde, kendimi her yalnız hissedişimde ona sarılayım. İstemezsen geceleri sarılmam sorun değil, gün içinde senin bir hatıran olsun yeter. Kendimi zavallı gibi hissediyorum. Sanki sürekli mutsuzum. Mutluluğa karşı umudumu kaybetmiş gibi. Kendini bilmeyen, ne yaptığını bilmeyen, sürüklenip giden bir salak gibi hissediyorum. Devamlı elimden tutulmasını umup duruyorum. Kendime güvenimi kaybediyorum sanırım. Masmavi denizi olan bir şehirde insan kendini yalnız hissedemez sanıyordum. Halbuki öyle bir kalıyormuşki insan, terkedilmişçesine yalnız. Yüzüne gülen insanlara rağmen yalnız. Etrafında iyi insan olması yetmiyormuş yalnız hissetmemek için. Anlamlı bir yazının çirkin bir el yazısıyla yazılması gibi bu. Belkide olay telefon kadar akıllı ve basit olamamak. Herşey kötüye gittiğinde bir kapatıp açma düğmemiz yok mesela. Vursan da düzelmiyor.. Neden insanın sevdiği giderken kendinden herşeyi alıp giderki. O gittiğinde geriye sadece boşluklar kalıyor. Bir de galeride kalan onlarca fotoğrafı. Korkar oldum galeriye girmeye. Görürsem daha çok özlemekten ve ona yazmaktan korkuyorum. Halbuki değil duymayı, görmeyi bile istemediğini söyledi bana. İnsan sevdiğini kızdırmaya korkuyor işte. Yazarsam kızacak, aklına gelicem, yaptıklarım gelecek ve daha çok sinirlenecek bana biliyorum. Ne hakkım varki onu sinirlendirmeye. Tam küstüm gibi oldu işte. Herhangi bir girişimimde açılmamak üzere kapanacak biliyorum. Konuşuyorum ben de işte burdan. Nasılsa aynı şehirdeyiz. Neden duymasınki beni. Belki konuşursam açılır da, uzaktan da olsa o hayat dolu gülüşünü seyrederim. En çok da beni nasıl anıyor onu merak ediyorum. Geceleri aklına geliyor muyum acaba? Şarkılarda beni hatırlatan kelimeler oluyor mu acaba.. Ne kadar onu görmekten kaçsam da, galeriye girmesem de, birlikte dinlediğimiz şarkıları dinlemesem de, onunla geçtiğimiz sokaklardan geçmesem de, oturduğumuz kafelere gitmesem de, gün sonu rüyama girmesine engel olamıyorum. Eskiden aşkı, insanın elinde olan bir duygu sanardım. Istersen uzaklaşabilineceğini sanıyordum. Ama lanet olsun olmuyormuş, öyle değilmiş. Ne kadar kendimi kandırmaya çalışsam da (ki bu konuda çok başarılıyımdır), olmuyor işte. Gezmek de eğlenmek de gülmek de sıkıntı yok. Ama gün sonu, en yalnız olmayan adamın bile yalnız kaldığı vakitlerde aklıma geliyor. Sanki geceleri özlemek için yaratılmış. Hele o sokak lambalarının efendisi yok mu, hani o bembeyaz pasparlak şey. Sanki aşıkların geceleri sevdiğinin yüzünü görmek için yaratılmış. O gidince, sokak lambası sönmüş yalnız sokaklar gibi hissettim kendimi. Karanlık sardı 5 bi tarafımı. Karanlık görüyorum, karanlığın sesini duyuyorum, karanlığın kokusu var sadece, dokunamıyorum karanlığa ve en kötüsü öpemiyorum. Parfümünü sıkmak istiyorum tüm yalnız İzmir sokaklarına. Ama ya biterse diye korkuyorum. Hani bir dizide diyor ya "sensiz yaşamaktan kokmuyorum, sensizliğe alışmaktan korkuyorum" diye. Onsuzluğa alışmaktan korkuyorum ben. Vazgeçmek kelimesinin ağırlığını kaldıramıyorum ben.  

6 Haziran 2016 Pazartesi

Babamın Babası

Dağılmıyor baba kara bulutlar,
Dağılmıyor.
Ne kadar üflesem de,
Yetmiyor işte nefesim,
Yetmiyor karalar dağıtmaya..
Hani dedem öğretmiş ya sana,
Sen de bana öğretsene üflemeyi.
Biliyorum uzaktasın,
Olsun, telefonda anlatırsın..
Dedem mi?
Şeyy...Dedem şuan öğretemez,
Uyuyor gibi ama sapsarı ve derin..
Alo? Baba? Ses ver baba..
Ağlama baba be,
Ağlama koca yürekli adamsın sen,
Baba ağlayınca çocuk napsın..
Ağlama babam,
Tutamıyorum içimdeki seli.
Senden öğrendim ben ağlamamayı,
Güçlü gözüküyorduk baba-oğul.
Şimdi güçsüz mü olduk baba?
Peki çöktüğümüz bu yerden,
Bizi kim kurtaracak?
Ağlama babamm,
Sen ağladıkça içim acıyor,
Sert ol yine, bağır bana.
Erkek adam ağlamaz de..
İnsan babası ölünce,
Erkek olmuyor mu baba?...
İnsana kaldıramayacağı yükü,
Vermez Allah demiştin,
İsyan etmiyorsam bundandır baba.
Eğer verdiyse vardır sebebi,
Eğer verdiyse kaldırırım diyorum.
Ama sanki omuzlarım kambur kalacak baba be..
İnsan dedesi ölünce babasının,
Babasına olan kahrından anlıyor,
Babaların kıymetini.
Sen ölme be baba,
Öğrenmesin benim çocuğum
Baba kıymetini.
Biliyorum çok kavga ettik,
Çok üzdüm,
Ama hiç söylemesem de,
Sevdim seni biliyorsun dimi?
Babalar hisseder ya hani,
Hissettin değil mi?
Ağlama be koca adam,
Yüreğim dağlanıyor...

27 Mayıs 2016 Cuma

Pier ile Gadin



İnsan sevdiklerinin kalbini kırınca uyuyamaz dermiş alimler. Ben pek bilmem alim de, bilen sevdiklerim var. Uyumak sanki bir lüks olurmuş, kalbini kırdığın insanın, kırık kalple uyuduğu bir gece zulüm olurmuş uyumak. Çok sevip değer verdiyse hissedermiş kalp kırıklığını, yaşarmış onun ağırlığını ve o ağırlıkta uyuyamazmış. Devamlı üzdüğü tertemiz kalpleri düşünürmüş, bahanelerden uzak kırdığı kalbi olabildiğince onarmak istermiş ve onarasıya kadar da içi asla rahat etmezmiş. Alimler başka zaman demişler ki; sevdiklerinizin kalbini kırmayın, zira onlardır sizi siz yapan, hatanızı düzelten, iyi iş yaptığınızda arkanızda duran, kötü iş yaptığınızda yaptığınız yanlışları göstererek doğruya iten, moraliniz bozuk olduğunda sizi güldürmeye çalışan, sizi her zaman dinlemeye hazır olan. Ve eklemişler; bu dünyanın tüm renkleri sevdiklerinizde saklıdır. Sevdiklerinizi kırarsanız renkleriniz de kırılır ve tek renk yaşayıp hiçbir zevk almazsınız. Ah be Pier, Ah be Gadil, keşke ben de alim olsam. İkinizde beni duyuyor musunuz bilmiyorum ama alim olup gelsem affeder misiniz acaba? Sizi seven kalbim acıyo be, sizi düşünen beynim acıyo, sizi gören gözlerim acıyo, kokunuzu alan burnum acıyo, size sarılan omzunuza sardığım kollarım acıyo, size gelen bacaklarım acıyo..Çok kızgınım bana. Acıyorum kendime. Sizin kalbinizi paramparça ettiğim için kızgınım kendime. Kendimi bu duruma sokan sebepleri, kendim oluşturduğum için acıyorum kendime. Nasıl uyudunuz acaba bu gece? Kim bilir nasıl zehir ettim hayatı size. Nasıl tiksindiniz benden. Güveninizi nasıl yıktım. En kötüsü de benle hiç barışmasanız bile bundan sonraki tüm arkadaşlık ilişkilerinizde benden dolayı bir güven eksikliği oluşacak. Cümleler hiç bitmesin istiyorum. Sonsuza kadar devam etsin masallar. Özellikle de kalp kıranların cümleleri bitmesin, sonsuza kadar sürsün cümleleri, sonsuza kadar sürsün özürleri, sonsuza kadar sürsün sevgileri...

4 Şubat 2016 Perşembe

Bal Damlaları

 Sana ilk aşık olup yazmaya başladığım zamanlardaki gibi bu gece. Yine bizimkiler uzakta, yine sen uzakta, yine Koray Avcı dinliyorum. Tek fark sabah kalktığımda saat 16'yı sabırsızlıkla beklemiyorum. Seninle akşama kadar konuşmalarımız yok. SS'ler yok. Tatlı rüyalar yok..

 Ya biliyorum, birlikte olmamız çok zor. Herşey inadına zıt biliyorum. Ama aşk kazansın istiyorum. Ne olur yani biz birlikte olsak ve tüm mutsuz insanlar mutlu olsa. Küstüm ben bu dünyaya. Belki küsersem kıymetimi anlar ve izin verir bize. Acaba senin dediğin gibi ayrılsam mı? 1 tane olunca güzel oluyor, kıymet anlaşılıyor demiştin. Ama ben daha önce hiç ayrıldığım yere geri dönmedim ki. Ya dönemezsem ve hiç birlikte olamazsak..

 Kocaman bir hayalim vardı benim. Hani inadına zıt ya(!) içinde sen ve ben geçen cümleler, ona rağmen biz birlikte olacaktık. Cümleler utanacaktı. Yeni bir çağ başlatacaktık. İnsanlık ihtilali yapacaktık. Birlikte olduğumuz günü bütün tarih kitapları yazacaktı. Bal çağını başlatacaktık. Kavuşamayan aşıklar kavuşacaktı, imkansız kelimesini bütün dillerin sözlüklerinden silecektik. Sevmeyi ve sevilmeyi öğretecektik. Bir insan sevdiğine nasıl parıl parıl gözlerle bakar onu gösterecektin. Sonra kızacaktım sana, başkalarına baktığın için. Sen bunu saçma bulacaktın ve kavga edecektik. Evet Melina, kavga etmemiz hayalimdi benim. Çünkü öyle güzel barışacaktık ki, herkes barışmak için birbirine küsmeye başlayacaktı. Öyle sahiplenecektik ki birbirimizi, sahiplenmek kelimesinin anlamı yetersiz gelip, bize bakarak yeniden anlam kazandırıp yazacaklardı. Çocuklarımız olacaktı. Şimdi sayı verirsem yine kavga ederiz, bugün kavga etmeyelim zira uzaktasın ve ben seni çok özledim. Dünyaya yön verecek bir annenin, çocuklarını düşün, ne kadar uçsuz dimi..Ben kızımızı alacaktım yanıma, sen oğlumuzu. Oyunlar Oynayacaktık. Biz sizi gıcık edecektik. Sonra kızımla aramızda konuşup, mutlu olmanız için yenilecektik. Ama göstere göstere değil, çekişmeli giderken yenilecektik ki, anlayıp kendinizi kötü hissetmeyin diye. Sonra çocuklarımızın doğum gününü kutlayacaktık. Ama öyle şeyler yapacaktık ki böyle sıradışı, çağ dışı olacaktı ve bizi çok seveceklerdi. Sevgililer gününde onlar da bize.. Senin doğum gününde çocuklarla plan yapacaktık. Yolculuk da yapacaktık uzaklara. Hayal kurarak, şarkı dinleyerek, sohbet ederek, yolu uzata uzata, geze geze. Öyle çok sevecektim ki sizi...

 Ama bakma dedin bana. Elvedaları sevmediğini söyledin. Kızacaksın ama birşey itiraf ediyim mi? Baktım ben arkadandan dayanamayıp. Sırtını gördüm. Gidişini gördüm. Hiç bir kadın giderken senin kadar güzel kalamaz. Ama hiç bir gidiş, seninki kadar kahredici olamaz Melina. Küstüm gibi sevemediğimden mi gittin acaba diyorum bazen. Saçlarını okşamamalı mıydım sence? Gözyaşlarını silerken tenine değen elimde miydi suç? Yoksa sana sarıldığımda kokuna değen burnum mu? Gözlerim, çok mu değdi gözlerine? Galiba en büyük suç, avuç içlerine değen dudaklarımındı..ya da, ya da kulaklarına değen "seni çok seviyorum" kelimeleri mi?

  Doldur be barmen. Anılara gitmem lazım. Buna daha çooo..ook ayran lazımdır.

7 Eylül 2015 Pazartesi

Vatan da Sağ olsun Babam da..



Baba...


Sen hep “Evladım, bizim adetlerimize göre genellikle kızlar kırmızı, erkekler mavi rengi tercih eder. Çek bakalım şu mavi elbiselerini de baba-oğul bir dolaşalım.” derdin.



İyi ama sen şimdi neden kırmızılar içindesin? Hem neden yatıyorsun, kalk lütfen elimden tut ki yine beraber dolaşalım.


Babacığım...


Sen hep, “Korktuğunda gel yanımda yat. Sımsıkı sarıl bana” derdin.

Şimdi korkuyorum, hem de çok korkuyorum; ama baba, yanına nasıl yatacağım? Hem nasıl sarılacağım sana, seni o tahta kutunun içine koyduktan sonra?


Baba'm...


Sen hep “Yatarken gece lambanı yak, zifiri karanlık iyi değildir. Ola ki gecenin bir vakti bir şey lazım olur, kalkar alırsın” derdin.

Sen neden şimdi o kapkaranlık yerde yatıyorsun? Bir şeye ihtiyacın olsa nasıl bulacaksın ki baba?


Baba, benim babam...


Sen hep “Pazar günü, banyo günü... Önce annen seni ve kardeşini yıkayacak, sonra kendisi yıkanacak, en son da ben banyomu yapacağım” derdin.

Ama baba, neden bugün sen bu sırayı bozdun? Niçin ilk sen yıkandın? Hem baba, neden seni o amcalar yıkadı?


Baba'm benim...


Sen hep “Oğulcuğum, üzerine güneş doğurma, erken kalk. Unutma, seher vakti rızıkların dağıtıldığı vakittir” derdin.

Bak baba, güneş çoktan doğdu, tam tepemizde. Ama sen neden yatıyorsun hala baba? Baba, kalkmayacak mısın yoksa?



Baba, benim babam...


Sen hep bana “Muhammed Ali, meşhur boksör... Küçükken, babası elinden tutar camiye götürür ve hep şöyle dermiş: “Eğer bir gün bir şeylerin kötüye gittiğini fark edersen bil ki namazlarında problem vardır” derdin; Sonra elimden tutar birlikte camiye giderdik.

Bak baba, şimdi ikimiz yine camideyiz ama sen neden benden önce geldin? Ve neden sen değil de amcam elimden tutarak beni buraya getirdi?


Aslan babam benim...


Sen hep “Oğlum, ben inşallah hep bir çınar ağacı gibi olacağım. Sıcaktan bunaldığında gölgemde serinleyecek, yorulduğunda sırtını dayayarak dinleneceksin” derdin.

Şimdi hava sıcak ve çok yoruldum baba. Nerede gölgelenecek ve de nasıl sırtımı dayayacağım sana, sen o mermerin üzerinde boylu boyunca yatarken?



Babacığım...


Sen hep “Oğlum, olur ya bana bir şey olursa bu ailenin reisi sensin. Annen de kardeşin de sana emanet” derdin.

Baba, bugün o gün mü? Aile reisi tam olarak ne iş yapar baba?


Baba'm benim...


Sen hep “Sağlığına dikkat et. Soğuk su içme, soğuk yerlere oturma. Ayağını sıcak tut, başını serin...” derdin.

Ama baba, şimdi sen neden o buz gibi mermerde yatıyorsun? Hem, hem baba, o soğuk taşın üstünde ayağın sıcak olamaz ki? Hem ayakkabını, çorabını bile giymemişsin baba?


Baba...


Sen hep “Vazifeni yap, karşındakinden beklentiye girme. Mutfakta ol, vitrinde gözükme. Hizmette en önde, gösterişte en arkada ol” derdin.

Ama baba, şimdi neden sen en önde duruyorsun? Bak, herkes sana bakıyor. Sahi baba, sen neden bugün tam da vitrindesin?


Baba, babacığım...


Sen hep “Ezan okunurken susun, kulak kabartın. Harun Reşid'in eşi Zübeyde Hanım bir sazlı eğlence esnasında minareden ezan sesini duyduğu an herkesi susturup ezanı dinlemeye davet etmiş. Allah da onu bu saygısından dolayı cennetine almış” derdin.

O gün bugündür ne vakit ezan sesi duysam can kulağı ile dinlerim. İyi ama baba, bugün ezandan önce müezzin amca neden senin adını da söyledi? Sahi baba, neden iki defa senin adını da telaffuz etti?


Babba...


Sen hep “İlk konuştuğunda benim adımı söyledi aslan oğlum. Babba dedi, babba...” derdin.

İyi ama baba, bugünden sonra ben kime baba diyeceğim? Acaba ilk söylediğim kelime “babba” olduğu için mi artık bir daha asla sana seslenemeyeceğim?


Baba'm...


Sen hep “Oku oğlum. Kitap okumadığın bir günün olmasın. Hiç okuyanla okumayan bir olur mu?” der ve her gece yatmadan evvel de bana Çocuk Kalbi'ni, Şeker Portakalı'nı, Alice Harikalar Diyarında'yı, Martı'yı, Kaşağı'yı okurdun...

“Benim Küçük Prensi'me” diyerek Küçük Prens kitabını okumaya başlamıştın bana. Baba, yarım kalan kitabı kim okuyacak şimdi bana?


Baba ya...


Sen hep “Bir baba sabah işe giderken uyuyan çocuklarını öpmeli. Onlar, uyanınca o buseyi hissederler” der ve her sabah bizi öpmeden işe gitmezdin. Biz de gerçekten uyanınca o sıcaklığı, o öpücüğü hissederdik.

Sahi baba, şimdi sabahları kim öpüp koklayacak beni?


Baba...


Sen hep “Babalar işten gelince anahtarla açmamalı kapıyı. Zile basmalı, eşi ve çocukları karşılamalı onu” derdin. Baba, gerçekten de her akşam ailecek seni karşılar, boynuna sarılırdık.

Peki baba, sen burada böyle yatarsan zili kim çalacak? Ben kime kapıyı açacak, kimin boynuna sarılacağım?


Ah babacığım...


Sen hep “Oğulcuğum. Nerede ve ne zaman olursa olsun, gözünden iki damla yaş geldiğinde bil ki ben hemen yanı başında olacak ve gözyaşlarını sileceğim...” derdin.

Şimdi ağlıyorum baba, bak ağlıyorum işte. Ama sen yoksun. Ellerin yok, sözlerin yok, sıcaklığın yok. Benim gözyaşlarımı kim silecek baba? Hem baba, bak ne zamandır sana sesleniyorum, seni çağırıyorum. Bir kapı açılmasına, bir pencere kapanmasına koşup gelen sen... Sahi baba, sen neden hâlâ kalkmadın? Sen neden hâlâ orada öylece yatıyorsun baba?...

20 Ağustos 2015 Perşembe